Bir varmış bir yokmuş ,evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal pireler berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken …
Seksenli yetmişli yıllarını çocukluk çağı olarak geçirenler bu gibi masal tekerlemelerini büyüklerinden dedelerinden, ninelerinden dinlemişlikleri olduğunu düşünüyorum.
Hatta çocuk aklımızla hep aynı masalı hep aynı kişiden dinlemek ister masalın bir yerleri eksik veya farklı olduğunda antatıcıya masalı hatırlatır, aynı şekilde anlatılmasını isterdik.
Siyah beyaz yaşantılarının olduğu o yıllarda geceleri uykuya daldığımızda gözlerimiz bin bir gece masallarının renkli rüyalarına açılırdı.
Belki de gördüğümüz bu güzel rüyalar yatmadan önce büyüklerimizin bizlere söylediği ‘’ renkli rüyalar iyi geceler’’ temennisinin bir sihriydi.
O zamanlar bir yıl gibi gelirdi günler , akşam olmak bilmezdi. Neler neler sığdırırdık o bir günün içine . Ebesiyle, sayışmasıyla , kovalamacısıyla , ipiyle, taşıyla , topuyla oyunların biri biter biri başlardı.’’off Sıkıldım , sıkılıyorum’’ ,’’ne yapayım şimdi ben’’ gibi kelimeler bizim çocukluk yıllarımızın lügatinde yer almazdı.
Çoğu zaman besin kaynağımız ‘Sana’ yağlı veya salçalı ekmekler olur. Leblebi tozu,sade gazoz,elmalı şeker ,pamuk şeker sosyal yiyeceklerimizdendi.
Top o zamanların en zor ulaşılan bir oyun aracı idi. Topu olan çocukların imtiyazlı hakları hukukları olurdu. . Oyunu belirleme, takımı oluşturma hakları vardı yenilince oyunu bozma, topu saklama gibi kaprislerine de göz yumulurdu. Top oynadığımız oyunların en önemli aracı olduğu için onu mahallenin yaşlılarının saldırılarından korumak hepimizin birinci ve temel vazifesiydi.
Oyun kurmak için bizlerin, şimdiki gibi oyun ablasına,ağabeyine,yaşam koçuna ihtiyacımız yoktu. Oyunlarımız birileri tarafından kurgulanmaz , zaman kısıtlaması olmadan doğaçlama kendiliğinden gelişir ,yeni yeni oyunlar kurmakta hiç zorlanmazdık.
Bir tel ile süreceğimiz tekerlekler, bir dal parçası ile kılıçlar,atlar ,bir bez parçası ile bez bebekler yapar. Bir bilye ile çukur dediğimiz oyunu, bir çivi ile çizgi oyunu,bir duvar ile saklambaç,bir kiremit taşı ile seksek ,bir ip ile ip atlama oyunu, topaç fırıldak döndürme oyunu,köşe kapmaca oyunu ,hele bir de top olursa istop ,yakan top,gol atan kaleye oyunları oynanır ; çeşit çeşit gazoz kapakları renk renk bilyeler biriktirirdik.
Birdir bir ,uzun eşek gibi oyunları oynarken de hiçbir oyun aracına ihtiyacımız yoktu sadece arkadaşlarımızın olması yeterliydi. Çocukluğumuzun en şamatalı en eğlenceli oyunlarıydı.
Kağıttan yaptığımız gemilerin kaptanı olup denizlere açılır, kağıttan yaptığımız uçakların pilotu olup gökyüzünde buluttan buluta uçardık.
Mahallemizin kızları erkekleri ile bir arada arkadaşça oyunlar oynardık . Mahallemizin ablalarının, ağabeylerinin koruyucu, gözetleyici gözlerini hep üzerimizde hissederdik. Mahalle kültürü içinde komşularımızla, küçüklerimizle, büyüklerimizle bölünmez bir bütündük.
Yorulmazdık, acıkmazdık, üşümezdik, hastalanmazdık. Bir yerimiz incinse eli hikmetli olan çıkıkçı Adil Usta ‘ya, küçük yaralanmalarda Yılmaz Eczanesine gider; morarmalarda şişmelerde annemizin ağızda çiğnediği i bir lokma hamur ile şifa buluverirdik.
Mahalle araları, sokaklar, boş araziler , bahçeler ,parklar bizim oyun alanlarımız olduğu gibi evlerimizin içini de oyun alanları olarak kullanırdık. Evlerde dut yaprakları ile ipek böcekleri beslenir, sobanın yanlarında civcivler büyütülür , bilmeceler sorulur,tekerlemeler söylenir,masallar anlatılır,tahtaya çivi çakarak yaparak yaptığımız futbol sahasında parmak futbolu oynanır,solo test ile zekamızı ölçer ,parmak güreşi gücümüzü dener ,dama oyunuyla strateji geliştirirdik. .
Tommiks , Zagor ,Kızıl Maske,Teksas gibi kapakları renkli içleri siyah beyaz olan çizgi romanlar baş ucu kitaplarımızdı.Bu çizgi romanları yırtmadan kırıştırmadan özenle okurduk çünkü hepsinin ikinci ellerinin belli bir piyasa değeri vardı.
Bahar rüzgarlarının esmesiyle uçurtma zamanı gelir üç çıta, uzun bir ip ,bir parça kağıt ile yapılan renk renk, salınan uzun kuyrukları ile onlarca uçurtma gök maviliğinde yerlerini alırdı.
Büyük uçurtma yapamayanlar, kağıttan şeytan uçurtmaları yapar mahallenin bir ucundan diğer ucuna koşar ; rüzgarı arkalarına alarak uçurmaya çalışırlardı.
Şimdi ise çocuklarımız sosyalleşsin, zihin dünyaları gelişsin, bedenleri güçlensin diye büyük paralar vererek günü ve zamanı kısıtlı özel kurslara oyun odalarına götürüyoruz. O bir saatlik kurs içinde içinde sosyalleşsin iletişimi artsın dünyası zenginleşsin diye bekliyoruz. Bir de bunun için ev içeri yollara dökülüyoruz o kurs senin bu kurs benim diyerek… akşam olunca da yorgun argın evlere dönüp televizyon internet başında günlerimizi birbirimizden bihaber geçiyoruz .
Şimdi anlıyorum ki o çağlarda dinlediğimiz masallar, oynadığımız oyunlar kurduğumuz hayaller söylediğimiz türküler şarkılar şimdiki moda deyimle bizlere terapi gibi geliyormuş.
Eee!! her şey gibi , çocukluk çağlarımızdaki saflık ta temizlik te yenik düşüyor zamana biz büyüyoruz ve kirleniyor dünya.
Bu köşe yazım aracılığı ile anlatmaya çalıştım eski sizi şimdiki size…
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine..
Gökten üç elma düştü; biri bana, biri bu yazıyı okuyanlara , diğeri de bütün iyi insanlara olsun”