Dünya üzerinde yaşanmış bütün büyük aşklar; gözyaşı, acı, hicran barındırır içinde.
Hiçbir zaman dikensiz bir gül bahçesi olmamıştır, Aşk…
İşte o kırık dökük büyük aşklardan biri bu yüzyılın başlarında Afife Jale – Selahattin Pınar arasında yaşanır.
Bir bahar akşamı, aşkın o kor ateşi sönmemek üzere ikisinin gönlüne ansızın düşüverir.
Sene 1928, güzel bir İlkbahar akşamı.
İstanbul Kuş Dili Çayırında Hafız Burhan “Makber” adlı şarkısını seslendirmekte; Selahattin Pınar’da tamburu ile eşlik etmektedir büyük usta Hafız Burhan’a.
Sahneyi en iyi gören masaların birinde İlk Müslüman Türk kadın tiyatro oyuncusu Afife Jale vardır. Hafız Burhan’dan hem Makberi dinler hem de çekingen gözlerle Selahattin Pınar’ı izlemektedir.
Selahattin Pınar ve Afife Jale 25’indedirler henüz…
Müziğe, tutku ile bağlı olan Selahattin Pınar konserden sonra tiyatroya, tutku ile bağlı olan Afife Jale’nin masasına oturur izin isteyerek.
Afife Jale’yi övgü dolu sözlerle onurlandırır ve iki gün sonra vereceği konsere davet eder nazikçe.
Selahattin Pınar iki gün sonra sevenlerine, dinleyenlere muhteşem bir konser sunar.
Konser bitip el ayak çekilince; Afife’nin yanına oturur.
Şair Fuat Edip Baksı’nın dizelerine dökülen aşk öyküsü bestekâr Selahattin Pınar’ın tamburunun tellerine nota olup düşüp ve hicaz makamında bestelenen bir şarkıya dönüşmüştür bile.
Tamburunu alır ve hayat boyu kalbinden söküp atamayacağı aşkının gözlerinin içine baka baka başlar şarkısını söylemeye;
Bir bahar akşamı rastladım size
Sevinçli bir telaş içindeydiniz
Derinden bakınca gözlerinize
Neden başınızı öne eğdiniz?
İçimde uyanan eski bir arzu
Dedi ki yıllardır aradığın bu
Şimdi soruyorum büküp boynumu
Daha önceleri neredeydiniz?
İki sevdalı için unutulmaz bir gecedir; aşkın nağmeleri ruhlarına ulaşır. İkisinde de uyanan eski bir arzu sorar: ‘’Daha önceleri neredeydiniz?’’
“Çalgıcı” diye babası tarafından reddedilen Selahattin ile tiyatro sahnesine çıktığı için yine babası tarafından evlatlıktan reddedilen Afife evlenirler, çok geçmeden.
Afife Jale, İstanbul’da kurulan Darülbedayi’ de tiyatro eğitimi almış. İyi bir tiyatrocu olarak mezun olup Gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarının hâkim olduğu sanat dünyasında yeteneği, cesareti, azmi, dik duruşu ile 1900’lü yılların, baskıcı zor şartlarında, 17 yaşında bir kadın olarak sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadını olmayı başararak, bir miladı gerçekleştirmişti.
O yılların gazinolarının aranan udi ve tambur üstatlarından biri olan Selahattin Pınar’ın yıldızı her geçen gün parlamakta, besteleri İstanbul’un en güzide müzik mekânlarında seslendirilmektedir.
Aksine Afife Jale’nin ruh hali pek sağlıklı değildir o yıllarda; tiyatrodan uzak kaldığı günlerde iyice içine kapanmış, unutulmuşluğun, yalnızlığın girdabına düşmüş bunalımlı günler geçirmektedir.
Bu düşüş, unutulmuşluk Afife Jale’ye ıstırap vermekte, acı çektirmektedir.
Evlilikleri güzel başlar.
Selahattin besteler yapıyor, konserler veriyor; Afife, şiir denemeleri karalıyor, evlerinin küçük bahçesiyle ilgileniyorken, her aşktaki hicran ve gözyaşı şimdi bu iki aşığın yolunu bekliyordu.
Her şey rastlaştıkları o bahar akşamı gibi olmayacak; evlilikleri bir çıkmaz sokağa doğru sürüklenecekti. Bu çıkmaz sokağın adı ‘morfin’di!
Afife Jale 16-17 yaşlarında yaşadığı psikolojik baskılar sonucu çekilmez olan baş ağrıları ile uğraşmaya başlamıştı (olası migrendi). Bir eczacı onu baş ağrılarından kurtaracağını söyleyerek bir nevi ağına düşürerek, morfine alıştırmıştı Afife’yi.
Bir gün Selahattin Pınar aşkı Afife Jale’yi terler, sıkıntılar, titremeler içinde bedenini morfine teslim ederken bulur.
Dünyası yıkılır, gözlerine inanamaz. Sevdiği kadını böyle görmek onu tarifsiz kederlere sürükler.
Selahattin Pınar bu acı gerçekle yüzleşmiştir artık.
Her şeye rağmen Afife’den ayrılmayı düşünmeyecek Afife’ye hep destek olacaktır.
Bu acıyı birlikte aşacaklarına inanan Selahattin Pınar büyük bir özverinin, gayretin içine girer.
En güzel bestelerini onun için notalara dökmeye devam eder. Şarkılarını hep Afife’ye duyduğu aşk için yazar.
Bu çırpınışlar Nafile çabalardan öteye gidemeyecektir.
Afife günden güne artan bir utançla ezilmekte kocasının kendisini terk etmesini istemektedir çaresizce.
En sonunda, Afife “Selahattin ben düşüyorum. Seni de uçuruma çekiyorum. Sana mutsuzluk veriyorum. Bırak beni gideyim. Ne olur terk et beni yoksa sen de benimle yok olacaksın” diyerek boşanmaları için yalvarır.
Aşkları değil ama evlilikleri sessiz sedasız son bulur.
Afife Jale bir düşkün olur. En sonunda biçare Bakırköy Ruh Hastalıları Hastanesi’ne yatar.
Günden güne erise de , gözlerinde hala yıldız tozları parlayan Afife Jale’nin hafızasında, yerli yerinde durmaktaydı oynadığı oyunların serenatları, sahneleri…
En yakınları ve dahi kocası Selahattin Pınar beş yıla yakın haber alamaz, izine ulaşamazlar.
Bir gün kulağına, radyodan kocasının kendi sesiyle icra ettiği ‘’Hatıralar’’ şarkısının nağmeleri ulaşır.
“Yeriniz ne, yurdunuz ne, benden böyle korkunuz ne
Duyuyorum sesinizi bazen derin bir kuyudan
Dinliyorum uzakları kalkıp derin bir uykudan
Beni de alın ne olur koynunuza hatıralar
Ah bu ömür tükenecek yolunuza hatıralar”
Afife, dört yıllık suskunluğunu bu şarkının nağmeleri ile bozar o anda.
Sanki kocası karşında durmuş tamburu ile bu şarkıyı söylemektedir. Gözyaşları pınar olur, durmaz çağlar.
“Bu benim kocam Selahattin.” “Bu benim aşkım Selahattin” der.
Doktorlar, hemşireler bu durum karşısında şaşkınlıklarını gizleyemezler.
Sonunda bu düşkün kadının Afife değil ‘’Afife Jale’’ olduğunu anlarlar ama iş işten geçmiştir.
Afife jale, bu olaydan sonra ölümüne az bir zaman kala Bakırköy Ruh Hastalıları Hastanesi’nden gazeteci Nusret Safa aracılığı kocası Selahattin Bey ve erkek kardeşine haber ulaştırır.
Ölümünden kısa bir süre önce yüz yüze görüşürler. Dünya gözü ile birbirlerine son bakışlarıdır.
“Bir bahar akşamı” şarkısını birlikte mırıldanarak, vedalaşırlar.
“Şimdi soruyorum büküp boynumu
Daha önceleri neredeydiniz?”
Selahattin Pınar’ın, Afife Jale’nin ölümünden sonra gözyaşları göz pınarlarından eksik olmazmış ve yakın arkadaşlarına döktüğü gözyaşlarını şöyle açıklarmış “ağlamadığım gün, yaşıyor olmayacağım”dermiş.
Afife Jale; Sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadını olarak, Bedia Muhavvit, Suzan Sururi, Neyyire Neyir ,Cahide Sonku gibi Türk kadın tiyatrocuların önünü hayatı pahasına açmıştır.
Bütün toplumu karşısına almış, evlatlıktan reddedilmiş, parasız kalmış, mutsuz olmuş ama hiç yılmamış hayatına da mal olsa sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadını olmayı başarmıştır.
Yaşadığı aşkın büyüklüğüne onlarca şarkı şahitlik etmektedir.
Şarkılar hala seni söyler, dillerde nağme adın.
Esen kalınız.
Kaynak: Sinan Balcıgil –Afife Jale- Roman. Can Dündar-Yüzyılın Aşkları-Belgesel
Henüz Yorum Yapılmamış. İlk Yorumu Siz Yapmak İstermisiniz ?