Bir ses, bir dokunuş, bir koku, bir nesne kaybolduğunu sandığımız unuttuğumuz anıları tekrar hafızalarımızda canlandırıp bizleri yaşanmışlıklara geri götürüverir.
Dumanı üstünde tüten sıcacık bir ekmeğin köşesinden koparıp da yediğimiz bir lokma bizi çocukluk günlerimize;
Zamana inat ayakta durmaya çalışan virane bir evin balkonundan sarkan sarı beyaz renkli hanımeli çiçekleri bizi bin bir oyunlar oynadığımız mahallemize;
Sararmış solmuş eski bir kitabın yırtık sayfaları arasında beklenmedik bir anda bulduğumuz bir not,bir tarih bizi okul yıllarımıza ,sevdalarımıza , aşklarımıza;
Dudaklarımıza takılan bir şarkının nakaratı eski dostlarımızı bize hatırlatabilir zamanda yolculuğa çıkartabilir.
Eylül ayı ile birlikte başlanan kış hazırlıklarının vazgeçilmez parçası olan taze tarhana kokusu da beni güz zamanı yapılan eski kış hazırlıklarını gözümün önüne getiriverir.
70’li 80’li yıllarda adına kış hazırlıkları dediğimiz işler güçler vardı. Hatta bu olgu okullarda ders olarak okutulur ünite çalışmalarına da başlı başına konu olurdu.
Ağustos ayının sonlarında ve Eylül ayının başlarında salça, tarhana, turşu, erişte,reçel,biber patlıcan kurutmaları ile kış hazırlıklarının başlangıcı yapılırdı.
Çocuk aklımızla bu hazırlıkları eğlenceye, oyuna, şamataya çevirirdik.
O yıllarda yazlık giysilerimiz naftalinle katlanıp dolaplara kaldırılırken kışlık giysileriniz saklandıkları yerlerden çıkartılır; giysilerimizdeki sökükler dikilir, yırtıklar yamanır hiç bir şeyimiz asla atılmaz sonuna kadar değerlendirilirdi.
Sanki; seneler o giysileri hiç eskitemez nesilden nesile,abladan ağabeyden kardeşlere intikal eder, moda nedir bilinmediği için modası da geçmezdi.
Ayakkabıların, botların, çizmelerin içleri keçe ile doldurulur tabanlarına pençe atılır gelecek kara kışı raflarda beklemeye başlardı.
Mahallenin tuhafiyecisinden yün iplikler çile şeklinde alınarak o anda evde bulunan günün şanslı kişisinin koluna geçirilip yumak şekline getirildikten sonra uzun mu uzun ucu püsküllü atkılar, önü hayvan figürlü kazaklar, baklava dilimli süveterler, renk renk patikler örülürdü.
Halılar, kilimler kapıların önlerinde balkonlarda bol köpüklü deterjanlı sularla yıkanırdı. Süzdürülen halılar evlerimizin balkonuna hatta sığmazsa komşumuzun balkonuna asılarak kurutulmaya çalışılırdı.
Evlerimizin duvarları o yılların millileşmiş değişmeyen renkleri olan ya çivit mavisine ya da şeker pembesine boyanırdı. Kireçle boyanan tavanları dalgalı dalgalı izli bırakmamak için büyük çaba sarf edilir, bu iş büyük bir ustalık gerektirirdi.
Şimdi gelelim kış hazırlılarının en hassas, en önemli, en can alıcı yerine yani ‘zurnanın zırt dediği yere’ yakacak hazırlılarına!
Bu hazırlık kapının önüne dökülen odunların kömürlerin kovalara doldurulup depolara taşınması, istif edilmesiyle başlar, son soba borusunun baca deliğine takılmasıyla son bulan zahmetli bir yolculuğu içerirdi.
Bu süreçte baca deliği tekrar açılır, eller ayaklar kömür karası olur, yerlere kurumlar dökülür, borular yanlış takılır, dirsekler uydu uymadı derken bütün gün bu telaşla geçer sonunda demir çamaşır tellerinin soba borusuna asılması ile zafere ulaşılırdı.
O yıllarda yokluklar, imkânsızlılar, zorluklar içindeydik ama yaşamın o içtenliği içinde küçük mutluluklardan büyük tatlar alarak yaşar giderdik.
Gel zaman git zaman tek katlı binalarımızı, arsalarımızı, bahçelerimizi, kat karşılığı müteahhitlere vererek özel güvenlikli yüksek duvarlı çok katlı siteler içinde apartmanlarda bolluk rahatlık içinde yaşamaya başladık.
İlerleyen zamanla gördük ki sadece binalarımızı, arsalarımızı değil sabrımızı hoşgörümüzü, sevgimizi, içtenliğimizi de kat karşılığı müteahhitlere vermeye başlamışız!
Peki ne oldu ? Kısmı bir bolluk rahatlık refaha ulaştık ama buna karşılık insana özgü duygularımızı yavaş yavaş kaybeder olduk. Sabrın yerini telaş, hoşgörünün yerini bencillik, sevginin yerini savaş, vefanın yerini hakikatsizlik almaya başladı.
O yaşanmışlıkları sık sık anmamız yad etmemiz belki de kaybetmekte olduğumuz duyguların değerlerin bir özlemi bir hasreti olsa gerek!
Önümüzdeki ay sizlerle yeni bir köşe yazısında buluşuncaya değin,
Sağlıkla, Sevgiyle, muhabbetle, hoşça kalın…
Yerel Haberci
25/07/2021